Ana içeriğe atla

The Ruins

"The Ruins" Türkçe vizyon adıyla "Lanetli Topraklar" için; korku sinemasını Uzak doğu filmlerinin yeniden çevrimleriyle ayakta tutmaya çalışan Hollywood'un kendi mitlerine döndüğü bir film diyebilirim. Bir grup genç, tekinsiz bir sahaya giderler ve orada bir güç tarafından alt edilirler klişesine Scott Smith'in romanından uyarlanan film de tekinsiz sahada bir mekanın yerlileri veya bir katil tarafından öldürülmelerinin yerine Aztek kalıntıların da çok eskilerden kalma bir çeşit bitki konulmuş. İnsan bedenine hakim olan ve kontrolü eline geçiren bu bitki ve bu bitkinin yarattığı korkulardan beslenen film haliyle "David Cronenberg" filmlerindeki temalara benzesede Cronenberg'in çizgisinden oldukça uzak bir seyirde. Yönetmen konuyu biraz daha içselleştirmek yerine yüzeysel bir şiddet gösterisi sunarak Hostel gibi türdeşlerinin yolunu izliyor. Film yeni şeyler sunma çabası içerisinde fakat, klişelere ve kolaycılığa takılmadan kendini alıkoyamıyor...

Bunu Seven Şunu da Sevebilir : Cabin Fever (Eli Roth - 2002)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas