Ana içeriğe atla

I'm not There


Müzisyen biyografilerine son zamanlarda sinemada oldukça maruz kaldık. Oscar yarışlarında, heykelciğin peşinden koşan filmlerin çoğunda (Ray, The Walk The Line, La Mome) bir şeyleri oluşturmaya çalışırken, hep bir şeylerin eksik kaldığı göze batmaktaydı, buda kısmen ticari kaygıdan kaynaklanmaktaydı. Öncelikle I'm not there bu filmlerden oldukça uzak bir noktada duruyor. Belki filmi tam anlamıyla anlamlandırmak için Bob Dylan'ın hayatına aşikar olmak gerekiyor fakat ortaya konulan "şey" bir film ve bu film Bob Dylan'dan esinlensede ya da konusu Bob Dylan olsada bu "şey" Todd Haynes'a ait ve filmi anlamlandırırken onu ve filmografisini rehber olarak kullanmak yerinde olacaktır. Todd Haynes'in Velvet Goldmine ile yaptığı kurmaca biyografiyi bir adım ileriye götürüyor ve içerisine kurmaca belgesel, klip, belgesel gibi ögelerle farklı bir kolaj ortaya koyuyor. Haynes Bob Dylan'ı altı parçaya ayırarak incelemeye ve bu parçalar üzerinden bob dylan'ı anlamlandırmamıza yardımcı olmaya çalışıyor. Filmin seyri bu noktada zor oluyor. Haynes'in elimize puzzle'ın parçalarını verip bu parçaların hikayesini anlatmaya yöneliyor ve elinizde o altı parçayı dogru yerlere koyarak bir resim ortaya çıkarmak size düşüyor. Elinizdeki parçalara bakarken filmin en başına dönüyorsunuz, en en başına kendinizi filmin afişine bakarken bulduğunuz noktaya yani
"I'm Not There" 'e
dönüyorsunuz....

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas