Ana içeriğe atla

There Will Be Blood Part II


Max Weber'e göre protestan ahlakındaki kişinin cennete veya cehenneme gideceğinin yani seçilmiş olup olmadığının belli olmasından ve bu belirsizlik içinde olanların ise çok çalışarak zengin olma yolundan ve bu dönğünün de kapitalizme açıldığının bahsettiği pencereden de bakabiliriz.
Çünkü Daniel Planwiev'in filmin sonunda Eli'a yaptığı konuşma bizi buraya getiriyor gibi.

Daniel Planwiev Eli hesaplaşmasında Daniel'in ağzından şunlar dökülüyordu;

Çünkü seçilmiş olan kardeşin sen değilsin, Eli.
Seçilmiş olan, Paul'dü.
Beni bulup, arazinizden bahsetti. Sen ayakta uyuyordun.

- Neden Paul'den bahsediyorsun?

Peygamber olan, o! Zeki olan, o! Toprağın altında ne olduğunu biliyordu...ve çıkarmam için de beni buldu.
Komik olan ne, biliyor musun? Dinle, dinle, dinle!
Eline 10,000 dolar nakit para verdim. Aynen böyle!
Artık kendine ait mütevazi bir şirketi var, üstelik başarılı da.

Daniel'a gelince Empire dergisinin yorumuna tamamıyla katılacağım sanırım Sinema Tarihinde Materyalizme bu kadar bulanmış bir karakter daha bulamayız.

Not: Çok çalışmama rağmen hala Danny Day Lewis gibi DRENAJ diyemiyorum:/

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas