Ana içeriğe atla

No Country For Old Men

No Country For Old Men'in iyi bir film olduğundan bahsetmeye gerek duyulmuyor pek, artık tartışmalar Coenlerin en iyi filminin bu olup olmadığı hakkında şekilleniyor.. Benim bakış açıma göre oscarı hakeden film kesinlikle "There Will Be Blood" 'du ama Coenlerin filmografisi seçimde ağır basmış gibi düşünüyorum. No Country For Old Men'e gelince klasik karikatürize Coen karakterlerinden oluşmuş, ciddi tespitlerde bulunan bir neo-noir. Amerikan rüyası, adalet, suç üstüne çok şey söyleyen güzel bir film olmuş. Ortak bir payda peşinde sürüklenen payların birlikte gözüktükleri, kadraja birlikte girdikleri bir sahne bile bulunmamakta paydaları eşit olan bu insanların bir türlü toplanamamasının nedeni paydanın PARA olması, bu bağlamda ortaya "Javier Bardem" in oynadığı karakter devreye giriyor. Toplama yerine, "yutan eleman" olarak çarpıyor, "yutan eleman" olarak denklem de ki yutma görevini yerine getiriyor, eşitlik kuruluyor. Kanlı para çocukların da eline değerek bir sonraki kuşağa aktarılıyor. Yeni rüyalar, yeni umutlar ve yeni acımasız hikayeler için....
Müthiş görselliğinden bahsetmeye gerek bile duymuyorum artık. İzleyin efendim boşa Oscar almamış diyelim:))


Bunu Seven Şunu da Sevebilir : There Will Be Blood (2007) Dir. Paul Thomas Anderson... A Simple Plan ( 1998) Dir. Sam Raimi... Fargo (1996) Dir. Coen Brothers.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas