Ana içeriğe atla

The Mist

The Mist son zamanlarda çokca izlediğimiz virüs, öteki, insan doğası üzerine
bir film, Frank Darabont'ın yönettiği filmi diğerlerinden ayıran en önemli özelliği; aksiyon ve gerilimi biraz geri plana alarak karakter gelişimine ağırlık vermesi. Bireyi çevreleyen homojen yaşamın, günümüz konformist insanın; dayanışmanın yerini rekabete bıraktığı, başarıya giden her yolun mübah olduğu herkesin mutlak rakip olduğu bir dünyanın alegorisini yönetmen bir market içerisine taşımış. Burada ezen-ezilen, hukuk insanı, din insanı, kutsal aile, askeri ve hayatın belli kademelerinde ki insanları buluşturararak sorgulamalarına ve sorularına başlamış yönetmen; fakat o kadar çok soru sormak istemişki verdiği cevaplar ya da vermeye çalıştığı mesajlar her ne kadar aşikar gözükse de havada kalmış. Sonuç olarak gayet güzel bir seyirlik klişe tabirle; izlerken düşündüren bir felaket filmi bu...Tabi filmi izlerken Romero'nun bir grup insanı markete doldurarak tüketim toplumu eleştirisi çıkardığı Dawn of The Dead'ini hatırlamamak ne mümkün...

Bunu Seven Şunları da Sevebilir; I am Legend (Yılın diğer "öteki" korkusu filmi), Dawn of the Dead (1978)....




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

East Hastings

Şehrin üzerine kara bir bulut çökmüştü. Herkesin, bencilce yetişmesi gereken bir yerler vardı. Ve yüzlerinde de aynı soğuk, silik ifade… Yeni bir günün başlangıcının sevinci ve umutları, geçen günün batımıyla birlikte yok olmuştu sanki. Otobüs durakları umutsuzca bekleyişlerin yeri olurken, otobüsler bu umutsuz bekleyişlerin, umutsuz cevapları olmuştu. Reklâm panolarında anlamsızca sırıtan insan siluetleri insanları daha da mutsuz ediyordu. Megafonlardan yükselen sesler, önceden programlanmış bir günün özetini geçiyordu. İmkânların ortasında bir imkânsızlık yaşanıyordu. Burada güneş yalnızca batıyordu…

Blade Runner - 2049

Blade Runner 2049 orjinal filmin cyberpunk atmosferini post apokaliptik bir setle geliştirerek insanoğlunun yine tanrı, kimlik ve hafıza gibi sorularının peşinden koşturmuş. Denis Villeneuve temalarıyla ten uyumu yakalayan Blade Runner 2049 aynı zamanda monoton bulduğum Villeneuve'ün sinema diline ise dinamizm kazandırmış.

Ghost in the Shell

Son yıllarda sinema salonlarında siber punk hayranlarını heyecanlandıran bir hayalet dolanıyor. Blade Runner ve Ghost in The Shell gibi filmlerin yeniden çekiliyor olması büyük büyük bir heyecan dalgası yaratırken bir taraftanda sevenleri tarafından endişeli bir bekleyiş başlatmıştı. Konu bir bilim kurgu başyapıtı olunca bu endişelerin haklılık payını görmezden gelmek saçma olur. Keza Mamoru Oshii 1995 tarihli orjinal ismiyle Kôkaku Kidôtai ile ortaya bir başyapıt koymasını n yanı sıra peşi sıra sinema tarihini derinden sarsacak; The Matrix, Dark City gibi başyapıtlarında doğuşuna vesile olmuştu. Böylesi neredeyse kusursuz bir üründen yine kusursuz bir şey ortaya çıkarmak oldukça ağır bir yük. Bu ağır yükün altına ise Rupert Sanders girmiş. (Denis Villeneuve'un de Blade Runner için işi çok zor.) Orjinal animenin en önemli özelliği siber dünya, kimlik, ve cyborg'ların varoluşlarını anlamlandırma çabası üzerine oldukça yoğun ve takip edilmesi güç diyaloglardan oluşmas