Ana içeriğe atla

The Shrouds

 

Giriş

David Cronenberg’i izlemek hiçbir zaman kolay olmadı. Sineması rahatsız edici olduğu kadar büyüleyici; bedeni ve teknolojiyi sürekli sınırlarına kadar zorlayan bir düşünce alanı. The Fly’dan Crash’e, Videodrome’dan Crimes of the Future’a kadar hep aynı soruların peşindeydi: Beden nerede başlar, nerede biter? Teknolojiyle temasımız bizi özgürleştirir mi, yoksa daha da bağımlı hale mi getirir?
2024 yapımı The Shrouds da bu çizgiyi sürdürüyor, ama bu kez odağında yas, mülkiyet ve ölümün bile kapitalizmden kaçamayacağı gerçeği var.


The Shrouds: Ölüm, Beden ve Kapitalizmin Tahakkümü

David Cronenberg’in The Shrouds’u, yüzeyde bir yas hikâyesi gibi başlasa da kısa sürede aşk, mülkiyet, teknoloji fetişizmi ve kapitalizmin ölüm sonrası bile süren tahakkümü üzerine keskin bir eleştiriye dönüşüyor. Yönetmenin beden–teknoloji ilişkisine dair imzası burada tüm gücüyle hissediliyor; ancak bu kez mesele sadece bedenin dönüşümü değil, aynı zamanda onun kime ait olduğu.

Filmin merkezinde Karsh (Vincent Cassel), eşinin ölümünden sonra “GraveTech” adını verdiği, mezarın içini canlı izlemeye yarayan bir sistem kuruyor. Görünürde bu icat, sevdiği kadının çürüme sürecini yakından takip ederek yasını hafifletmek için. Ama aslında, ölümün doğal kopuşunu reddeden bir tahakküm teknolojisi. Karsh, eşinin bedenine ölümünden sonra bile mutlak erişim sağlayarak sevgi ile sahiplenme arasındaki sınırı bulanıklaştırıyor. Burada sevgi, özgürleştiren değil, kontrol eden bir güce dönüşüyor.

Asıl çarpıcı olan ise bu kişisel saplantının kapitalist bir şirket aracılığıyla kurumsallaşması. GraveTech, bireysel bir takıntının pazar mantığıyla ürünleştirilmesi. En mahrem olan —ölü bedeni izlemek— bir “premium hizmet” olarak satılıyor. Kapitalizm artık ölüm alanına bile sızıyor; “paran varsa her şeye sahip olabilirsin” mantığını en uç noktasına taşıyor. Ölüm, kapitalizmin durduğu tek alan olmaktan çıkıp yeni bir tüketim zincirinin halkasına dönüşüyor.

Filmde ölü beden, sevgi nesnesi olmaktan çıkıp bir veri içeriğine, lisanslı erişim hakkına dönüşüyor. “Erişim” ile “sahiplik” arasındaki farkın silinmesi, dijital çağın en çarpıcı yanılgılarından biri olarak öne çıkıyor.

Cronenberg’in ironisi, finalde zirveye ulaşıyor. Karsh, eşinin mezarının yanına kendi yerini ayırmışken, buraya kadının geçmişte ilişki yaşadığı Dr. Jerry Eckler defnediliyor. Tek bir hamle, Karsh’ın hem mekânsal hem sembolik kontrolünü çökertiyor. Tüm plan, teknoloji ve güç; sonunda bir mezarlık düzenlemesiyle boşa düşüyor.

The Shrouds, yasın, sevginin ve teknolojinin kesişiminde, kapitalizmin nasıl her şeyi —ölümü bile— metalaştırabileceğini gösteriyor. Cronenberg, tüm bu karanlık ağı rahatsız edici bir sakinlikle örerek, kontrol arzusunun en nihayetinde nasıl bir yanılsama olduğunu hatırlatıyor.

Ve filmin sonunda seyirci şu soruyla baş başa kalıyor:

Beden kime ait?

Takıntılı bir eşe mi?
Daha ölmeden kararı verilmiş şekilde, vefat edenin gömülerek çürümesi gerektiğini dayatan Becca’nın mensubu olduğu dine mi?
Yoksa yaşarken bedeni sürekli olarak yeniden kurgulanan bir proje durumuna getiren ve bunu ölümden sonra da sürdüren kapitalizme mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Chocolat

Erkan: Yemek filmlerini, seçtiğimiz film için uygun bulduğumuz konseptteki bir mekânda konuşmaya devam ediyoruz. Sıradaki filmimiz Lasse Hallström imzalı 2000 yapımı Chocolat… Chocolat filmi için Samet ile konuştuk. Kendinden biraz bahsedebilir misin? Samet: Bir senesi mutfak, iki buçuk yılı satış olmak üzere lüks bir çikolata kafe zincirinde toplam üç buçuk yıl kadar çalıştım. Geçtiğimiz mayıs ayında çikolata üzerine uzmanlaşmak için istifa ettim. Önümüzdeki dönemde çikolata eğitimleri alacağım. Şimdilerde sipariş üzerine çikolata yapıyorum ve çevremdeki küçük ölçekli kafelerin çikolata menülerine yiyecek - içecek konusunda danışmanlık veriyorum. Erkan:  Filme geçmeden önce biraz mekândan bahsetmekte fayda var sanırım. Maia Chocolates 2015 yılında kurulmuş, el yapımı çikolatalar üreten, Çengelköy ve Koşuyolu olmak üzere iki şubesi bulunan bir yer.  Filmdeki çikolatacıyla aynı ismi taşıyor. Çikolata konusunda bol çeşit sunuyorlar ve tasarım, sunum konusunda oldukça z...

Sinners

  Kültürel Hegemonya Çerçevesinde Sinners                                           ·          Sinners*, ikiz kardeşler Elijah ve Elias’ın hikâyesini anlatıyor. Tanıdık bir zeminde yeni bir başlangıç yapmak isteyen ikili, Chicago ’nun yeraltı dünyasındaki eski hayatlarını geride bırakıp memleketleri Clarksdale, Mississippi ’ye dönerek bir bar açarlar. Bu süreçte, merkezinde Sammie ’nin olduğu, blues müziği ve vampir efsaneleri ile dolu bir hikâye ortaya çıkar. Ryan Coogler ’ın 2025 yapımı Sinners , yalnızca türler arası bir postmodern oyun değil; aynı zamanda tarihsel-politik bir eleştiri aracı. Southern Gothic atmosferi, vampir mitosu , blues’un büyüsü ve dönemsel dramayı harmanlayan film, hem tür sinemasına göz kırpıyor hem de derin bir toplumsal okuma alanı açıyor. Blues ve Kimlik Filmin kalbinde Sammie var. Eski bir bl...

In Bruges

“Sisli Sokaklarda Vicdan: In Bruges’in Sanatsal ve Alegorik Katmanları” Martin McDonagh ’ın 2008 yapımı In Bruges filmi, kara mizah ve suç temalarını derinlemesine işleyen, görsel ve tematik olarak son derece zengin bir yapıt olarak öne çıkar. Film, iki tetikçi olan Ray ( Colin Farrell ) ve Ken’in ( Brendan Gleeson ) Londra’daki başarısız bir görev sonrasında patronları Harry ( Ralph Fiennes ) tarafından Belçika ’nın tarihi ve sakin şehri Brugge ’a gönderilmesiyle başlar. Görevleri, ortalık sakinleşene kadar şehirde turist gibi dolaşmak ve beladan uzak durmaktır. Ancak şehirde geçirdikleri süre, kişisel hesaplaşmalar ve içsel çatışmalarla dolu bir deneyime dönüşür. Trailer Ray, geçmişteki hatalarının vicdan azabıyla boğuşurken, Ken daha çok şehrin tarihi ve mimari güzelliklerine odaklanır. Brugge’un huzurlu atmosferi, karakterlerin içsel dünyalarıyla tezat oluşturur. Patronları Harry’den gelen beklenmedik bir telefonla olaylar dramatik ve duygusal bir yöne evrilir. Film, ka...